Öğrencilik yıllarımda, eğitim fakültesinin eğitim bilimleri derslerinde amaç, hedef, davranış sözcükleri üstünde önemle durulan anahtar kavramlarımızdı. Amaç, en kapsamlı olan ve esas ulaşılmak istenen iken, hedef amaca giden yoldaki adımlardı. Bu adımlara ulaşmak için de öğrencilere kazandırmak zorunda olduğumuz davranışlar vardı. Uzun yıllar bu sözcüklerle çalıştıktan sonra daha basit bir dile geçiş yaptık: “Kazanım”. MEB, öğrencilerin ulaşmalarını istediği basamakları “kazanım” sözcüğü ile ifade etmeye başladı. Yıllar sonra eğitim bilimi geliştikçe bu sözcük de değişir, yerine yenisi gelir ama hiç değişmeyecek olan sınıfta yapılacak olan öğrenme yolculuğunun ulaşmak istenildiği yerdir. Sistemler ya da sözcükler değişse de öğrenme yolculuğu devam edecek ve bu yolculuğu anlamlı kılan da yolun kendisi olacaktır.
"müjdat ataman"
-
-
Dinleyici olarak katıldığım kimi seminerlerde konuşmacının aynı ses tonuyla, yazıya boğulmuş görselleriyle akıp giden sunumlarında uçuşa geçerim, hayaller kurmaya başlar, başka şeylerle ilgilenip koparım konudan. Hele de sunum İngilizce olduğunda kopuş sıklığım daha da fazla olur. Konuşmada geçen bir sözcük dikkatimi çeker, o sözcüğün anlamını düşünürken konuşmacının nereden nereye geldiğini kaçırırım. Biz yetişkinler bile izlediğimiz derslerde zorlanıyor ve kopuşlar yaşıyorken öğrencilerin sınıfta bir ders sürecini kopmadan takip etmelerini bekleyemeyiz.
-
Bilgiye bu kadar rahat ulaşılan bir çağda hala sınıfta bilgi yüklemeye çalışmak gün geçtikçe anlamını iyice yitirir hale geliyor. Hatta beceri konusunda bile internet hızla yardıma koşuyor. Biz sınıfta blok flüt çalmayı öğretmeye çalışaduralım, gençler YouTube videoları izleyerek gitar çalmayı öğrenebiliyorlar. Bu durumda, bizlerin de öğrencilerde farklı becerileri geliştirmek için arayışa girmemiz gerekiyor. İnternetteki farklı arama motorları istediğimiz şeyi çekip getirmek için bizleri bekliyorken bize düşen tek şey arama motorlarına yazacağımız sözcüklerde ne istediğimizi doğru betimlemek oluyor.
-
Eğitim adına cesur ve iddialı sözler söyleyen bir arkadaşımla sohbet ediyorduk. Bana, haftalık çalışma tempom içinde bireysel çalışma ve grupla çalışma sürelerimin nasıl olduğunu sordu, ikisi arasında bir denge var mıydı? Kesinlikle eşit değildi, haftalık rutin toplantılarım dışında hep bireysel çalıştığımı ilettim. “Ne ilginç değil mi?” diyerek ekledi, “Neredeyse hepimiz çalışma hayatında yalnız başımıza düşünüyor, tasarlıyor, üretiyorken eğitim hayatımızda hiç yalnız başımıza iş yapma fırsatı yakalayamıyoruz. Gerçekten de iş hayatına atılana kadar geçen öğrencilik sürecimiz bir sınıfla ortak hareket ederek, bize sunulanı alarak ve bizden istenilen kadarını vererek geçiyorken, iş hayatımızın tüm tasarımını neredeyse yalnız yapıyoruz. İşlerimizi önem sırasına biz koyuyoruz. Ne zaman mola vereceğimize, ne zaman hangi işe başlayacağımıza biz karar veriyoruz. Gerçek yaşamın simülasyonu olması gereken okul ise gerçek yaşamın bu anlamda yanından bile geçmiyor.
-
Yirmi milyona yakın öğrencinin ve bir milyona yakın öğretmenin olduğu ülkemizde eğitime dair konuşmalı, sormalı, tartışmalı ve gerekiyorsa bu süreci eleştirmeliyiz. Milli Eğitime bağlı elli binin üstünde okul var, bu okulların hedeflerine baktığınızda ya da internetten rastgele bulduğunuz okulların web sayfalarını incelediğinizde öğrenciler için konulan hedeflerin aşağı yukarı aynı olduğunu görebilirsiniz: “Araştıran, sorgulayan, yaratıcı, bağımsız düşünebilen, eleştiren öğrenciler yetiştirmek…”
-
Child Development dergisinde yayımlanan bir çalışma, öğretmenlerin göstereceği sekiz anahtar davranışın vasat bir anaokulu sınıfı ile mükemmel anaokulu sınıfı arasındaki farkı yaratabildiğini keşfetti.