Öğrencilerin becerilerini artırmak ve yaratıcılıklarını geliştirmek için düzenlenen “Destination Imagination” isimli Amerika merkezli bir turnuvaya uzun süre öğrencilerle hazırlanarak katıldık.
Bu turnuvanın takım görevi ve anlık görev olmak üzere iki aşamalı bir programı var. Takım görevleri sanat, bilim, doğaçlama, yapı vb. farklı dallara ayrılıyor. Öğrenciler, organizasyonun internet sitesinde açıklanan yedi farklı takım görevinden birini seçerek çalışmaya başlıyor. Bu çalışma sürecinde verilen takım görevi ile ilgili açıklamalar, nasıl çalışacaklarının yol haritasını sunuyor. Bu yol haritasında görevle ilgili yeterli açıklama olmasına rağmen, ne öğrencilerin ne de biz çalıştırıcıların soruları bitmiyor. “Destination Imagination” ekibi bu sorunu gayet net çözmüş ve ne yazık ki bu çözüm, bizim alışkın olduğumuz eğitim sisteminde ilginç duruyor. Turnuva yetkilileri, görev tanımında yapılamaz denmeyen her şeyin yapılabilir olduğunu söylüyor. Bu açıklama aslında tüm soruların da yanıtı olmuş oluyor. Öğrenciler ya da bizler aklımızdaki tüm sorular için yönergeleri kontrol ediyoruz. Sorularımızla ilgili bir “yapamazsınız uyarısı” olmayan her şeyi deneyebiliyor ve yapabiliyoruz.
Bu yaklaşımın bizim eğitim sistemi ile ne kadar orantısız olduğunu aslında gene bizim eğitim sistemimizi özetleyen bir soru cümlesi açıklıyor: “Başlığı kırmızı kalemle mi yazmalıyız?” Defterde sol ve sağ tarafta ne kadar boşluk bırakacağımızdan tutun da paragraf başına ne kadar boşluk koyacağımıza kadar tanımlanan bir eğitim sistemimiz var. Birinci sınıfta başlayan bu sonsuz tanımlama alışkanlığı, öğrencilerin özgürlüğünü kısıtladığı gibi kendi başlarına iş yapma becerilerini de olumsuz etkiliyor. İlkokulda her şeyin en ince ayrıntısına kadar tanımlandığı eğitim sistemimizde, öğrenciler atacakları her adımı sorma gereği hissediyorlar. “Ayağını yorganına göre uzat” atasözü ile ilgili kompozisyon yazması istenen lise öğrencisi, bu durumda doğal olarak kaç paragraflık yazması gerektiğine, mizahi yazıp yazamayacağına, öykü şeklinde ya da masal şeklinde anlatı yapıp yapamayacağına dair onlarca soruyu peş peşe öğretmenine soruyor. Lise öğretmenleri de her verdikleri yönerge karşısında öğrencilerden gelen bitmek bilmez sorulardan bunalıyor ve sorumluyu öğrenci olarak görüyor. Oysaki eğitime başladığı ilk günden beri her yapacağı iş, ince ince tanımlanan ve ucu açık yönerge almaya alışmayan öğrenciler, doğal olarak kendi başlarına adım atamaz hale geliyor.
Öğrencilere yapacakları iş konusunda alan bırakmak bizim elimizde. Verdiğimiz yönergelerle ilgili gelen sorulara;
-Buna sen karar verebilirsin,
-Bu konuda bir şey söylemediğim için istediğin gibi yapabilirsin,
-Bu senin seçimin,
-Kendin biçimlendir,
yanıtlarını ne kadar çok verebilirsek öğrenciler de gereksiz sorular sormaktan vazgeçmeye başlayacaktır. Böylesi bir yaklaşım içinde eğitim gören öğrenciler sınıflarda kendi renklerini daha çok gösterebilecek ve daha özgün işler çıkmasının önü açılacaktır.
Müjdat Ataman
Okul Müdürü
www.mujdatataman.com
[email protected]